Giresun Tarihi - 3

Giresun’un Türk yurdu olması sürecinde 1071 Malazgirt Zaferi dönüm noktası olmuştur. Zira bu savaştan sonra Marmara kıyılarına kadar olan bölgeye yayılan Türkmenler, Giresun şehrinin güneyindeki dağlık bölgeyi de yurt tutmaya başlamışlardır.

Giresun Tarihi - 3

SELÇUKLULAR DÖNEMİ :

Giresun’un Türk yurdu olması sürecinde 1071 Malazgirt Zaferi dönüm noktası olmuştur. Zira bu savaştan sonra Marmara kıyılarına kadar olan bölgeye yayılan Türkmenler, Giresun şehrinin güneyindeki dağlık bölgeyi de yurt tutmaya başlamışlardır. Kalabalık Oğuz boyları Doğu Anadolu’dan Orta Anadolu'ya gelirken kuzeyden güneye doğru takip ettikleri güzergâh içerisinde, Çoruh nehrinin kaynağından itibaren Karadeniz sahilinde Giresun'a kadar uzanan yöre büyük önem taşımaktaydı. İkinci yol ise bütün Yeşilırmak havzasını kapladıktan sonra aşağı Kızılırmak bölgesine ve Batı Anadolu içlerine kadar uzanmaktaydı. İşte bu iki yol üzerinde bulunan Giresun’un kırlık kesimi, Malazgirt Zaferi'nin hemen ertesinde Türk siyasî teşekkülleri tarafından ele geçirilmeye başlanmıştır. Danişmendli Beyliği 1071–1175 yılları arasında Niksar merkez olmak üzere kurulup Türk hâkimiyetini Ankara-Çankırı-Kastamonu çevresine genişletmeye çalışırken Orta Karadeniz bölgesinin güney kesimlerini de hâkimiyet sahasına katmasını bilmiştir. İlk fetihler sırasındaki bilgiler açık olmamakla birlikte Samsun şehrinin surlarına dayanan Danişmendli hâkimiyetinin, doğuda Ordu ve Giresun’un güneyindeki kırlık sahayı da içine aldığı anlaşılmaktadır. Giresun’da günümüze kadar varlığını devam ettiren Danişmendli adını taşıyan köyler bu dönemin izi olmalıdır. Ancak Türkiye Selçukluların bölgede siyasî birliği sağlamasından sonra Giresun’daki Türk iskânının daha da hız kazandığı görülmektedir. Bu gelişmenin bir neticesi olarak Sultan II. Kılıç Arslan (1155–1192) devrinde, Samsun-Trabzon arasındaki kırlık bölgenin tamamen Selçukluların denetimine girdiği Bizans kaynaklarında yazılıdır. Türkmen iskânı sırasında neden Giresun şehir merkezinin tercih edilmediği ve bunun için faaliyette bulunulmadığı sorusunun iktisadî ve sosyal olmak üzere iki temel cevabı vardır. İktisadî olarak hayvancılığa dayanan yarı-göçebe hayatını Türkiye’de de sürdüren Türkmenler, geçimlerini temin edebilmek için geniş hayvan sürülerini otlatılabileceği, kışlak, yaylak, güzlek yaşantılarını devam ettirilebilecekleri mekânlara ihtiyaç duymaktadırlar. Giresun’un güneyindeki kırlık bölge onların bu hayat tarzına uygunken şehir merkezinde ihtiyaçlarını görecek düzlük alan yoktu. Sosyal bakımdan deniz ve nehir kenarlarında oturmayı sevmeyen konar-göçer Türkmenler rutubetsiz, fazla sıcak olmayan, aynı zamanda yalçın tepe ve dağların üzerlerinde yer almayan mevkileri yurt tutarlardı. Giresun şehri bu bakımdan onlar için adeta bataklık kadar nemliydi. O sebeple tıpkı çevredeki diğer kent merkezlerinden uzak durdukları gibi Giresun’a da yerleşmemişler, fakat buralardan elde edilen ticaret gelirinden pay almak suretiyle bölgedeki yüksek hâkimiyetlerini devam ettirmişlerdir. Bu dönemde Giresun şehri, Bizans’ın Doğu Karadeniz valisi iken Malazgirt’ten sonra bağımsız hareket etmeye başlayan Gabras ailesinin denetimi altındadır. XII. yüzyılın sonlarına kadar çevresindeki Türk siyasî teşekküllerine elde ettikleri ticaret gelirinden pay veren Gabraslar, bu suretle bölgedeki varlığını devam ettirmesini bilmişlerdir. Selçuklu hâkimiyetinde bölgeye yerleşen Oğuz boylarının hatıraları, Giresun’un çeşitli kesimlerinde bugüne kadar yaşamaktadır. Yüreğirboyundan ismini alan İregür (Karademir) ve Kabaköy (Gürköy), Bayındır boyundan Payundur, Karaevli boyundan Küçük Karalı ve Büyük Karalı, Çavuldur boyundan Çandır, Yazgır boyundan Uzgur, Uzkara köyleri bunların birer örnekleridir.

Giresun’daki Oğuz yayılması devam ederken Gürcistan’dan Doğu Karadeniz bölgesine yayılan Kıpçakların Giresun’a kadar uzandığı, bölgedeki yer isimlerinden anlaşılmaktadır. 1118’de üç yüz binin üzerindeki kalabalık bir nüfusla Don-Kuban boylarından Gürcistan’a göç eden Kıpçaklar, ülkedeki Selçuklu hâkimiyetine son verdikten sonra kendilerine vaat edilen topraklara yerleşmek suretiyle kuzeydeki Rus baskısından kurtulmuşlardı. Ancak XIII. yüzyılın başlarından itibaren devlet yönetiminde üst düzey görevleri ele geçiren Kıpçaklarla Gürcü soyluları arasında baş gösteren çekişme, bazı Kıpçak boylarının batıya, Trabzon ve çevresine göç etmesine zemin hazırlamıştı. Bölgede Komnenos hâkimiyeti devam ederken başlayan bu göç, Giresun ve çevresinde de etkisini göstermiş, Vakfıkebir’den batıya doğru yayılan Kıpçak boyları, Espiye, Tirebolu, Korgan’ı yurt tutmuştur. Bizans kaynaklarında Kıpçaklara verilen Kuman ismiyle anılan Espiye'deki Kumonovacık, Tirebolu'daki Kumanyurdu yaylaları, Alucra'daki Koman deresi, Koman tepesi ve Koman köyü, bu göçün bir hatırası olarak günümüze kadar yaşamaktadır. Bunların yanı sıra yer adlarıyla ilgili yapılmış çeşitli araştırmalarda Dereli’deki Tana Deresi’nin, Alucra ve Görele’deki Karabörk köyünün, Keşap’taki İnece köyünün Kıpçak oymaklarından ad aldığı yazılıdır. Bölgeye geldiğinde Hristiyanlığı benimsemiş olan Kıpçaklar, Osmanlı döneminde de bu din üzere varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Giresun ve çevresindeki Türk iskânı bu seyirde gelişirken, 1204’te, IV. Haçlı Seferi sonucunda İstanbul’un Latinlerin eline geçmesi, Doğu Karadeniz bölgesinin siyasî yapısını da önemli ölçüde değiştirmiştir. Bizans İmparatorluğu'nu yüz altı yıl idare eden Komnenos ailesine mensup Aleksios ve David isimli iki genç, sığındıkları halaları Gürcü Kraliçesi Tamara’nın askerî ve siyasî desteğiyle bu yılın nisan ayında Trabzon’u ele geçirmiş, buradan Karadeniz Ereğlisi’ne kadar olan bölgede, tarihte Trabzon Rum Devleti adıyla bilinen devleti kurmuşlardır. Giresun şehri de bu devletin ikinci önemli şehri olarak yaklaşık iki asır Komnenosların idaresinde kalmıştır.
Kaynak: giresun.ktb.gov.tr

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow